"Enter"a basıp içeriğe geçin

Selçuklu Devleti Varisi Osman Bey

Selçuklu Devleti, Anadolu’da meşruiyetin sembollerinden bir tanesidir, çünkü beylikler ancak söz konusu devletin izniyle orada yerleşebiliyor ve onun adıyla fetih hareketlerinde bulunmaktaydılar.

Selçuklu Develeti’nin, Anadolu’daki hâkimiyeti Kösedağ Savaşı’ndan sonra iyice sarsıldı ve 1308 yılında sona erdi. Ancak Selçuklu Devleti meşruiyet sağlayan iki temel ögeye de sahip idi. Din olarak İslamiyet’e, etnik olarak da Türk ırkına mensup idiler. Beylik oluşturan kişiler genelde söz konusu devletin komutanları idi. Büyüme potansiyeli olan beylikler, Selçukluların sürdürmüş olduğu misyona sahip olduklarını ispatlamak zorundaydılar. Çünkü ona vâris olmak aynı imtiyaz ve görevlere sahip olmak anlamına gelmekteydi. Osmanlı tarihinin ilk kaynaklarına baktığımızda Selçuk Devleti’nin halefi olma iddialarının net bir şekilde işlendiğinin anlamaktayız.

Osman Gazi'nin Minyatürü
Osman Gazi’nin Minyatürü

Aşıkpaşazâde, “Ertuğrul, kendi neslinden olan Sultan Alâeddin’in Rum’a padişah olduğunu işittiğini ve Er kıymetinin bilindiği yere varmak, bizim için kaçınılmaz oldu” dediğini rivayet etmek suretiyle Osmanlı ile Selçuklular arasında akrabalık bağının olduğunu iddia eder. Epeyce geç bir tarihte oluşturulan ve aktarılan bu rivayet, Osmanlı yönetimini Selçuklu hanedanıyla ilişkilendirerek belli bir meşruiyet sağlamayı amaçlamaktadır.

Ahmedî bu dönem ile ilgili çok az bilgi nakletmiştir. Ahmedî’nin naklettikleri arasında dikkat çeken, “Ertuğrul’a bu toprakların kâfirlerle uğraşması için şah tarafından verildiği” bilgisidir.

Neşrî ise Ertuğrul’un, Söğüt ve çevresine yerleştirilmesini, Tatarla yapılan savaşta Sultan Alâeddin’e yardım etmesi ve bu yardım sayesinde sultanın galip gelmesini göstermektedir.

Neşrî, Osmanlı Beyliği’ni, Selçuklu Devleti’nin vârisi olduğu düşüncesini daha da ileri götürdüğü anlaşılmaktadır. Ona göre Osman’ın amacı, Konya’ya gidip orada Sultan Alâeddin ile buluşup ona veliaht olmaktı. Çünkü sultanın erkek çocuğu yoktu ve Osman’ı oğlu gibi sevmekteydi. İstiklalini elde etmesine rağmen bu ocaktan yetiştikleri için edebe riayet etmesi gerekmekteydi. Bundan dolayı hutbeyi yine de Sultan Alâeddin adına okutmaya devam etmiştir. Tam da onun yanına gideceği sırada sultanın vefat ettiği haberini almış ve bundan sonra hutbeyi kendi adına okutmuştur. Hutbe olayından sonra Osman Bey, kanunlarını bildirmiş, kadı ve subaşı atamıştır. Yakın çevresine yurtluklar vermiştir.

Selçuklu Devleti’nin vârisi olma konusunda kaynaklarda başka pasajlarda görmekteyiz. Aşıkpaşazâde’nin naklettiğine göre, “Sultan Alâeddin kâfirlerin Osman Gazi üzerine kalabalık askerle geldiklerini, kardeşi Sarı Yatı’nın şehit olduğunu, bu savaşa hangi kâfirlerin katıldığını” öğrenmişti. Emretti: “Çabuk asker” dedi. Bunun üzerine bir ordunun hazırlandığı ve Karacahisar üzerine hücum edildiği, ancak Bayıncas Tatarı’nın Selçuklu topraklarına saldırı haberi üzerine Sultan ayrılmak zorunda kalmıştı. Ayrılmadan önce Osman Bey’i çağırmış, beraberinde getirmiş olduğu silahları vermiş ve ona: “Oğul Osman Gazi, sende saadet nişanı çoktur. Sana ve senin nesline dünyada karşı koyacak kimse yoktur. Benim duam, Allah’ın yardımı, evliyanın himmeti ve Hazreti Muhammed’in (s.a.v) mucizeleri seninledir.” dedi.

Kaynakların bu şekildeki anlatımına karşın realitenin böyle olmadığı anlaşılmaktadır. Selçuklu Devleti, Bizans tekfurları ile vergi karşılığı anlaşmalar yapmaktaydı. Selçuklunun baskısından kurtulan beylikler, Bizans topraklarına saldırmaya başlamıştır.

Osman Bey’in ele geçirdiği Karacahisar, Selçuklu Devleti’ne haraç ödemekteydi. Dolayısıyla Osman Bey’in burayı ele geçirmesi Selçuklu menfaatleriyle örtüşen bir fetih değildir. Ayrıca Bayıncas Tatarına karşı savaşa giden bir sultan en fazla ihtiyaç duyacağı silahların tamamını niye Osman Bey’e bıraksın? Karacahisar başta olmak üzere diğer fetihlerde Âşıkpaşazâde’nin, Osman Bey’i Selçuklu Devleti ile birlikte hareket eder göstermesine rağmen durumun böyle olmadığını diğer kaynaklarda anlaşılmaktadır. Selçuklu ve İlhanlı yöneticileri uçlarda girişilen bu askeri hareketleri pek tasvip etmemekteydiler. Ancak elinde güç bulunmayan Selçuklu yönetiminin, uçlarda bulunan beyliklere müdahalesi mümkün olmamaktaydı. İlhanlı komutanlarının girişimleri ise bir sonuç vermemekteydi.

H. İnalcık, Emir Çoban’ın Anadolu’ya karşı ikinci defa sefer düzenlemiş olduğu dönemde Karabük’ü kışlak olarak seçmiş olduğunu ve uçlarda bulunan beylerin gelip itaat ettiklerini, ancak bu beyler arasında Osman Bey’in olmadığını söylemektedir. Bunun sebebi olarak da, Osman Bey’in İlhanlılar için sorun teşkil etmemiş olduğunu göstermektedir. Yani Osman Bey, Bizans tekfurları ile iyi geçinmekteydi. Bu da bize şunu gösteriyor ki; gerek Osman Bey ve gerekse diğer beylerin Bizans aleyhine girişmiş oldukları faaliyetlerden Selçuklu ve İlhanlı yöneticileri memnun değillerdi. Bu nedenle kaynaklarda, Sultan Alâeddin’in Osman Bey’e yardım etmek için gelmiş olduğu şeklindeki rivayetin doğru olma ihtimali zayıflamaktadır.

Selçuklu-İlhanlı görevlisi olan Aksarayî’nin olaylara bakışı aynı zamanda bu güçlerin bakış açısını göstermektedir. Onun anlatımından anlaşıldığı kadarıyla İlhanlı-Selçuklu yönetimi, beyliklerin Bizans aleyhine girişmiş oldukları yağma ve çapul işlerinden memnun olmamaktaydılar. Ancak beyliklerin yapmış olduğu bu tür hareketlerin de önüne geçememekteydiler. Merkezi yönetimin bu konuda çaresiz kalışını Aksarayî esefle dile getirmektedir.

Osman Bey’in, Selçuklu haraçgüzarı olan Karacahisar’ı fethetmesi Selçukluların rızasına uygun düşmemektedir. O zaman böyle bir meşrulaştırmaya niye gidildiği açığa çıkmaktadır. Osmanlı-Karamanlı çekişmesinde Selçuklunun meşru vârisi olma savaşının fikri alandaki mücadelesinin argümanı olarak değerlendirilmelidir.

Meşruiyet mücadelesi sadece Karamanlılar değil aynı zamanda İlhanlılarla da olmuştur. Karamanlılar ile olan meşruiyet savaşında Selçuklu vârisi olma mücadelesi verilmiş iken, İlhanlılar ile olan çekişmede ise Kayı tezi savunulmuştur. Bundan dolayı kaynaklarda tezatlar gözükmektedir. Örneğin Âşıkpaşazâde’de Karacahisar’ı fethetmek için Sultan Alâeddin‘nin yardıma geldiği, cuma hutbesi hadisesinde ise kendisine yardıma gelen aynı sultana karşı meydan okuduğu karşımıza çıkmaktadır.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir