"Enter"a basıp içeriğe geçin

Anadolu Selçukluları Ülkesinde Moğolların Saltanat Mücadelesi

İkinci Giyasüddin Keyhüsrev vefat ettiği zaman İzzeddin Keykavus, Rükneddin Kılıç Arslan, Alaüddin Keykubad isimlerindeki üç oğlundan en büyüğü olan II. Izzeddin Keykâvüs, Selçuk beylerinin kararıyla hükümdar ilan edildi.

Halbuki Giyasüddin Keyhusrev vefatından evvel küçük oğlu olup Gürci Kraliçesinin kızından doğmuş olan Alâüddin Keykubad’ı kendisine veliaht yapmış ve kendisinden sonra onun hükümdar olmasını vasiyet etmişti; fakat devlet adamları büyük oğlunu uygun görüp onu hükümdar yaptılar.

Moğol hakimiyetini tanımış olan Selçuk Devletinin bu yeni hükümdarının kaide ve kanun üzere bağlı olduğu Kaan’ın yanına giderek saygısını göstermesi gerekiyordu. Bu hususta kendisini davet için Moğol Kaan’ından bir elçi de gelmişti. II. İzzeddin Keykâvüs Rum ve Ermenilerin saldırılarından çekindiğini bahane ederek biraderi Rükniiddin Kılıç Arslan’ı oraya yolladı.

Moğol İmparatoru, İzzeddin’in gelmemesinden dolayı gücenerek Selçuk Devleti sultanlığını Rükneddin Kılıç Arslan’a vererek bir miktar askerle onu Anadolu’ya gönderdi. Bu durum üzerine İzzeddin Keykâvüs’le, Rükneddin’in beyleri kan dökülmesine engel olmak için Giyasüddin’in üç şehzadesinin birlikte hükümdar olmalarını kararlaştırdılarsa da Rüknüddin Kılıç Arslan sonradan bunu kabul etmedi, bunun üzerine İzzeddin ve Rükneddin’in kuvvetleri Konya Aksaray’ı önünde çarpıştılar, Kılıç Arslan kuvvetleri bozulup kendisi de esir düştü; bunun üzerine üç kardeşin hükümdarlıklarında karar kılındı (1249).

Üç kardeşin hükümdarlıkları 1257 senesine kadar devam etti. Bunların en küçükleri Alâüddin Keykubad ismen hükümdardı. Moğollar, İzzeddin’in Karakurum’a kadar gitmesini istiyorlardı; fakat bir türlü cesaret edemiyordu; zaten bu yüzden Moğolların müdahalelerine yol açılmıştı. 1254’de gitmeye karar verdiyse do Rükneddin’in hükümeti elde edeceğinden korkarak fikrinden vazgeçti ve küçük kardeşi Keykubad’ı gönderdi.

Biraderi İzzeddin’in tahakkümü altında ve göz hapsinde bulunan Rükneddin, bu halden kurtulmak isteyerek bir fırsatını bulup Kayseri’ye kaçtı ve orada hükümdarlığını ilan eyledi. İki taraf arasındaki muharebede Rükneddin yine mağlup olarak yakalandı ve Borlu kalesinde hapsedildi. İzzeddin’in Kaan’ın yanına göndermiş olduğu Alaüddin Keykubad, yolda Erzincan’da vefat ettiğinden İzzeddin Keykavus saltanatta yalnız kalmıştı (1257).

Bu sıralarda Moğol kumandanı Bayçu Noyin, Selçuk Devletinin taahhüt ettiği vergi ve hediyeleri zamanında vermediğinden dolayı Anadolu’ya girdi. İzzeddin muharebeyi kabul etti ve ilk çarpışmada galebe etti ise de sonradan bozuldu; bunun üzerine Rükneddin Kılıç Arslan mahbesinden çıkarılarak hükümdar îlân olundu. İzzeddin Keykâvüs evvelâ Antalya’ya ve oradan da Rum İmparatorluğu’na sığındı.

İkinci İzzeddin Keykâvüs, Garp Moğolları hükümdarı Hulagü Han’a elçi göndererek Baycu Noyin’den şikâyet etti. Rükneddin Kılıç Arslan bir hükümdardan ziyade Baycu Noyin’in maiyeti gibi idi. Anadolu halkının mühim bir kısmı ikinci İzzeddin Keykâvüs’e taraftar oldukları için Hulagü Han, Selçuk memleketlerinin iki kardeş arasında taksimini emretti. Moğolların bu üçüncü müdahalesi ile Selçuk devleti iki kısma ayrıldı ve bu hal Anadolu’nun tamamen Moğol nüfuzu altına geçmesi için güzel bir vesile oldu; Sivas ırmağı hudut kesilerek bunun doğusundaki yerler Dördüncü Rükneddin Kılıç Arslan’a Ve batısındaki vilâyetler de İkinci İzzeddin Keykâvüs’e Verildi. Vezir Şemseddin Mahmud iki kardeşi idare ile aralarında ihtilâf çıkmamasına çalıştı ve muvaffak da oldu; onun vefatından sonra İzzeddin Keykâvüs’e Konyalı Sahib Ata diye meşhur olan Fahreddin Ali ve Dördüncü Rükneddin Kılıç Arslan’a da Muînüddin Süleyman Pervane vezir oldular.

Muînüddin Süleyman, bütün Selçuk memleketlerini Rükneddin Kılıç Arslan’in idaresinde toplamak istiyordu; İzzeddin Keykavus’un Mısır Memlükleriyle anlaştığım Hülagü’ye haber verdi; filhakika Moğol tahakkümünden kurtulmak isteyen İzzettin, Memlük sultanı Melik Zâhir Baybars’la 659 H / 1260 M. de muhabereye başlamış ve iki taraf birbirleriyle anlaşmışlardı.

Bu durum üzerine Hülagü, İzzeddin üzerine kuvvet sevk etti; İzzeddin’in karşı gönderdiği kuvvetler bozulduğundan o da Antalya yoluyla İznik Rum İmparatoru’nun yanına kaçtı ve bu suretle Dördüncü Rükneddin Kılıç Arslan hükümdarlıkta yalnız kaldı (1261).

Moğolların himayesinde olan Vezir Mainüddin Süleyman bütün Selçuk idaresini eline alıp istediği gibi memleketi idare ediyordu. Selçukîlerin dahilî mücadelelerini fırsat bilen Trabzon İmparatoru Sinop’u aldıysa da Muînüddin Süleyman bizzat o tarafa giderek burasını geri almış ve oraya oğlunu vali bırakarak dönmüştür (661 662H. [1263 sonu veya 1264 M. başı).

Rüknüd din Kılıç Arslan, bir içki meclisinde Muînüddin Süleyman’ın tahakkümünden ve adamlarının fenalığından şikâyet ettiğinden bunu haber alan Muinüddin Kılıç Arslan’ın Memlük sultanı ile gizli muhaberesinden bahis ile Moğollara şikayet ettiğinden Aksaray şehrinde öldürülerek yerine küçük yaşta olan oğlu Üçüncü Giyasüddin Keyhusrev hükümdar îlân olundu ve Süleyman Pervane bütün işlerde hâkim olup Moğolların büyük itimadım haiz bulunuyordu (1264). Üçüncü Giyasüddin’nin veziri Sahib Ata Fahreddin Ali ise de bütün işler söylediğimiz gibi nâib-i saltanat, Müinüddin Süleyman’ın elinde idi. Bu iki zat bir zaman beraberce iş gördüler; fakat Muinüddin, faziletçe kendisinden yüksek ve halk tarafından sevilen Fahreddin Ali’yi kendisine rakip addederek onun eski hükümdar İkinci İzzeddin Keykâvüs taraftarı olduğunu söyleyerek Moğollara şikâyet etti ve hapsettirdi. Zaten Muînüddin Süleyman, İzzeddin taraftarı saydığı ne kadar Selçuk beyi varsa onları öldürtmüş ve bu sefer de Sahib Ata’yı da onlara katmak istemiştir. Fakat İlhan olan Abaka Han buna yanaşmadı; Fahreddin Ali’yi yanına getirterek istintak etti; bir az tekdirden sonra serbest bırakılarak müsadere edilen malları geri verildi ve bir müddet sonra da yine vezir tâyin olundu (1279).

İşte Kösedağ muharebesinden sonra saltanat mücadelelerinin de tesiriyle derece derece artan Moğol tahakkümü çekilmez bir hale gelmiş, Moğollardan bir kısım kuvvet Anadolu’ya yerleştirilmiş, halkta can ve mal emniyeti kalmamıştı. Hudutlara yerleştirilmiş olan aşiret kuvvetleri kendi başlarının çaresine bakarak uyanık duruyorlardı.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir