"Enter"a basıp içeriğe geçin

Lale Devri’ndeki Yeniliklerin Sosyal Hayata Etkileri

Lale Devri, 1718’de imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayan ve 1730’da Patrona Halil İsyanı ile sona eren dönemdir.

Osmanlı padişahı III. Ahmet ve Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın sadrazamlık dönemini kapsayan zevk, eğlence, barış, yenileşme ve sivil reformların görüldüğü bu döneme XVIII. yüzyıl Osmanlı kaynaklarında Lale Devri adı ile bir dönem tanımlaması mevcut değildir. İstanbul’da Haliç ve Boğaziçi başta olmak üzere lale yetiştirildiğinden dolayı ilk defa Yahya Kemal Beyatlı bu devir için “Lale Devri” tabirini kullanmıştır.

Batı ile siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin geliştirildiği zaman dilimini ifade eder. Pasarofça’dan sonra artık Avrupa’ya karşı dış politikada gaza yerine savunma ilkesine bağlı politikalar izlemeye başlandı.

Osmanlı askerlik tarihinde ilk defa savaştan çok barışı korumak amacıyla Avrupa siyasetiyle yakından ilgilendi. Özellikle de Damat İbrahim Paşa, Avrupa’yı tanımanın Osmanlı dış politikası ve ticareti için önemli olduğuna inanan ve fiilen adımları atan ilk sadrazamdı. Bu doğrultuda İstanbul’daki Avrupa ülkelerinin diplomatik temsilcileriyle düzenli bir ilişki kurdu.

Damat İbrahim Paşa Dönemi’nde eskiye nazaran dışarıya gönderilen elçilerin ve temsilcilerin sayıları ve icraatlarında artışlar görüldü. Paris, Viyana, Varşova, Lehistan ve Rusya’ya giden bu elçiler diplomatik ve ticari görüşmelerde bulundular. Elçiler, Avrupa kültürü, sanatı, sanayisi, tarımı, birlikte askerî-teknolojik gücü ve diplomasisi hakkında bilgi edindiler. Edindikleri bu bilgileri birer rapor hâlinde İstanbul’a sundular.

Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Paris elçiliğinin ardından saraya sunduğu raporla Osmanlı Devleti’nde Batılılaşma hareketleri fiilen başladı. Her şeyden önce İstanbul’da hayat tarzı geniş ölçüde değişti. Paris’ten getirilen planlara göre Kâğıthane çevresiyle Haliç ve Boğaziçi sahillerinde, Üsküdar civarında yeni binalar inşa edildi. İstanbul Kâğıthane yer itibarıyla Osmanlılarda mesire ve eğlence alanıydı. Burada Bizanslılardan kalma bir kâğıt fabrikası da bulunmaktaydı.

Damat İbrahim Paşa’yı örnek alan birçok Osmanlı devlet erkânı ve zenginleri yeni konaklar, köşkler ve saraylar inşa ettirdiler. Bu yeni oluşan muhitteki saray ve köşklerin bahçelerinde ince zevkin ve yüksek kültürün süs bitkileri, işlemeli çeşmeler ve şadırvanlar yapıldı. Süs bitkileri arasında özellikle lale çiçeği yetiştirilmesine çok önem verildi. Osmanlı’da Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın başlattığı bu hareketlilik sadece saraylar, köşkler ve eğlencelerle sınırlı kalmadı. Edirne, Bursa, İznik, Kütahya, Konya ve Nevşehir’de imar faaliyetleri yapıldı. Birçok güzide mimari eserler inşa edildi. Bu devir Osmanlı düşünce uyanışının başlangıcıydı.

Yenileşme politikasının en önemli göstergesi Çelebi Mehmet Efendi’nin oğlu Mehmet Said Efendi ve İbrahim Müteferrika’nın gayretleriyle 1727’de İstanbul’da kurulan matbaadır. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, yangınlara karşı 1720’de Tulumbacı Ocağı’nı kurmak üzere Fransız asıllı Müslüman bir mühendis olan Gerçek Davud’u (David) görevlendirdi.

Tulumbacılar
Tulumbacılar

Yalova’da kâğıt imali başladı, İstanbul’da 1725’te bir çini fabrikası kuruldu. İstanbul’da mevcut çuha fabrikasının yanında “Hatayi” ismi verilen kumaşı dokumak üzere bir başka fabrika daha inşa edildi. İstanbul’da başta mimari olmak üzere hemen her alanda Fransız tesiri, süsleme sanatında ise barok ve rokoko tarzları etkili oldu. Kasırlar, köşkler ve çeşmeler inşa edildi. Osmanlı’daki rokoko süsleme, Avrupa rokoko süslemesine benzememekteydi. Osmanlı rokokosu daha çok mimari eserlerde, kitap tezhiplerinde, mezar taşları, ahşap, eşya ve kumaşlar üzerinde rastlanan ayrı bir üslup oluşturdu.

İlim, fikir ve edebiyat adamlarından kurulu bir heyet devamlı olarak toplanıp Doğu ve Batı dillerinden tercümeler yaptılar. Fransızcadan bazı eserler ilk defa bu devirde Türkçeye çevrildiği gibi Türkçeden Fransızcaya tercüme edilerek basılan edebî kitaplar da vardır.

Deniz yoluyla taşradan gelen yolcuları sağlık bakımından kontrol etmek, yani karantina usulünü uygulamak Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Sefaretnamesi’nden sonra önem kazandı.

İstanbul’da çiçek hastalığını tedavi edebilecek bilgili doktorlar bulunuyordu. Nitekim çiçeğe yakalanan padişahı, devrin doktorları tedavi etmişlerdi. Zenginlerin Batı yaşam tarzı olan eşyaları ithal etmeleri moda olmuştu. Geleneksel alçak divanların yerini koltuk ve iskemle almıştı. Pantolon giymek moda haline gelmişti. Batılı ressamlar zengin Osmanlıların portrelerini yapmışlardı. Bütün bunlar Tanzimat Dönemi’ndeki Osmanlı düşünce uyanışının başlangıcıydı.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir