"Enter"a basıp içeriğe geçin

Osmanlı’da Şehir ve Şehirleşme

XIII. yüzyıl sonlarında konargöçer bir Türkmen boyundan tarih sahnesine çıkan Osmanlılar, erken dönemlerden itibaren şehre ve şehirleşmeye önem verdiler. Osmanlı’da şehir tanımı farklı özellikler sergiler.

Nüfus ölçütü tek başına Osmanlı şehrini tanımlayamaz. Belli bir nüfustan fazla kişinin yaşadığı yere şehir denmesi, bu dönemdeki Osmanlı şehirleri için her zaman geçerli olmayan bir ölçüt olarak kalmaktadır. Zira kimi durumlarda nüfus bakımından küçük bir yerleşim biriminin çeşitli nedenlerle şehirsel özellikler taşıdığı ve şehir olarak kabul edilebileceği görülür.

XVI. yüzyıl sonunda Silifke’nin çizdiği tablo buna iyi bir örnektir. Vergi ödeyen nüfusu 100 kişinin altında olmasına rağmen iki kalesinin yanında, çeşitli vakıf dükkânlarının bulunduğu ve İçel Sancakbeyi’nin ikamet ettiği Silifke tam bir şehir kompozisyonu çizmektedir. Bu nedenle, sadece nüfusa odaklanmak yerine, incelenecek olan yerleşim biriminin ekonomisi, idari işlevleri gibi özelliklerine de bakılmalıdır.

İstanbul
İstanbul

Osmanlı dönemindeki yerleşme isimlerinin son ekine bakarak da şehiri tanımlamak zordur. Baykara bu durumu şu şekilde açıklıyor; Caca-oğlu Nureddin’in 1272 tarihli vakfiyesinde Arapça “karye” diye nitelendirilen yerleşmelerden, “şehir” son ekli yer isimleri alanlar bir hayli çoktur. Günümüzde dahi bazı Türk köylerinin veya hiç olmazsa “şehir” olmadığı kesinlikle bilinen bazı iskân yerlerinin adında dahi “şehir” son eki vardır (Kula-Uşak yolundaki Yenişehir köyü gibi). Herhalde Osman Gazi’nin kurduğu ve adına “şehir” dediği yerleşme de, araştırmacılar tarafından doğrudan şehir itibar edilmemiş olsa gerekir. Ancak Osman Gazi’nin kurduğu şehrin temel özelliğini unutmamak gerekiyor. Burası Osman Gazi’nin idare ettiği sahanın merkezi, bir nevi paytahtıdır. “Şehir”in temel özelliklerinden birisinin “idare merkezi” olduğunu hatırlatmakta yarar vardır.

Nefs eki de bütünüyle şehri tanımlayamaz. Söz konusu yönetim birimlerinin merkezi anlamındaki nefs kelimesi de tam bir ayrım ifade etmez. Bazen yirmi otuz hanelik köyler de “nefs” adı altında kaydedilir. Bu bakımdan bir şehrin tanımlanmasında başta nüfus olmak üzere idari fonksiyon ve ekonomik özellikleri gibi ölçütler göz önüne alınır. Bu durumda en az 400 vergi nüfusu bulunan, idari yönden sancak merkezi ise sancak beyine, kaza merkezi statüsünde ise kadı ve subaşı ile ticaret ve sanat ehline sahip yerler şehir sayılabilir.

Osmanlı’da bir yerleşmenin şehir olarak tanımlanmasında kesin bir ölçüt olmadığı söylense de Osmanlı şehri daha çok fonksiyonel ölçüt dikkate alınarak tanımlandığı görülmektedir. Şehirler tarımsal faaliyetlerden çok, tarım dışı faaliyetleri, yani idari ve ticari özellikleri ile ön plana çıkan yerleşmelerdir. Bu bağlamda Osmanlı şehri, “Osmanlı idari taksimatında, kadının ve subaşının idaresinde ticaret ve sanayi ehlinin bulunduğu idari birliklerdir. Ahmet Mithat’a göre şehir, insanın yaşaması için her şeyi cami yerleşmelerdir”. Bu tanım bir bakıma, “kendini şehirde hissediyorsan o yerleşme şehirdir” ifadesinin anlattıklarına benzemektedir.

Baykara şehri, “sakinlerinin sınırları içinde gıda maddesi üretmediği bir iskân yeri” olarak tanımlar. Faroqhı’ye göre, bir yerleşmenin şehir olarak kabul edilebilmesi için bazı idari işlevler yanında, pazar kurulduğuna dair vergilerin olması gerekmektedir. Çarşıya ait belgeler nüfusun önemli bir kısmının geçiminin önemli bir bölümünü tarım-dışı faaliyetlerle kazandığını göstermelidir. Şahin şu şekilde aktarma yapmaktadır; Osmanlı belgelerinin dilinde şehir “cuma kılınur ve pazar durur yer” şeklinde tanımlanır. Cezar bu tanıma başvurarak bir yerleşmenin şehir sayılmasında çarşının var olması gerektiğinden bahsederse de bu tarifin de yeterli olmadığını ifade edenler vardır.

Şehir sakinleri daha çok tarım dışı vergiler ödemektedirler. Bu durum şehrin fonksiyonel veya ekonomik ölçütle tarif edilmesi gerektiğini gösterir. Osmanlı’da kanunnamelerde reaya-şehirli ayrımını gösteren ifadeler vardır. Şehirliler çift vergisi ödemez, fakat şehir sınırında çift statüsünde toprağa tasarruf ediyorlarsa “itibar arzadır” ilkesi gereğince çift resmi öderler. Yerini yurdunu terk edip bir müddet şehirde kalanın şehirli kısmına katıldığı da kanunnamelerde yer alan hususlardandır. Yani “resm-i çift” vergisi veya “çift resmi” vergisi Osmanlı’da reayadan alınan bir vergi olmasına karşın şehrin sınırlarında yaşayan toprak sahiplerinden de alındığı için şehrin sınırlarını çizmiştir bu da Osmanlı şehri kavramını açıklarken yararlanılması ve/veya dikkate alınması gereken bir husustur.

Osmanlı Şehirlerinde Nüfus

Osmanlı şehri nüfus miktarı bakımından farklı büyüklükte olmuştur. Balkan şehirleri genellikle kendilerine yeterli fakat nüfus bakımından küçüktürler. Onlar yaklaşık 10000 civarında nüfusa sahiptirler. Buna karşılık yoğun bir dağılım gösterirler. Oysa Anadolu şehirleri, özellikle orta ve doğuda nispi olarak daha büyüktürler (yaklaşık 10000-30000 arasında). Buna karşılık şehirler birbirinden uzak dolayısıyla seyrektirler.

Nüfus miktarı yerleşme sistemi içinde hiyerarşik olarak ele alındığında, İstanbul’un en önemli şehir olduğu görülür. Şehrin nüfusu 1500’lerde 400000 iken, bu değer 1570’de 700000’e yükselmiştir. İkinci kademe merkez konumundaki eyalet merkezlerinin 50000, üçüncü kademe merkez olan sancak merkezlerinin 10000 ve daha az nüfuslu olduğu görülmektedir. Bunun altında nüfusu 3000-4000 arasında değişen çok sayıda pazar yerleşmesi vardır.

Şehirleşme şehirsel nüfusun büyüme sürecini ifade etmektedir. Şehirleşmenin; Şehirlerde yaşayan nüfusun artışı ile bir ülke veya coğrafi alanda yaşayan şehirli nüfusun toplam nüfus içindeki payının artışı olmak üzere iki boyutu vardır. Osmanlı şehirleşmesi farklı özelliklere sahiptir. Kuruluş döneminde bile Osmanlı hâkimiyetinde 59 şehrin, 100 kalenin bulunduğu ifade edilmektedir.

Osmanlı’da XVI. yüzyılda şehirleşme hareketi hız kazanmıştır. Faroqhi 1520-1580 yıllara arasında Anadolu’da şehirleşmeyi ele almıştır. Yazara göre, 1530’da 3000’nin üzerinde vergi mükellefi bulunan şehir sayısı iki iken (Bursa ve Ankara), yüzyılın sonlarına doğru bu sayı 8’e yükselmiştir. Orta büyüklükteki (1000-2999 vergi mükellefi) şehirlerin sayısı 20’den 60’a yükselmiştir. Yüzyılın başında köy konumunda olan çok sayıda yerleşme 400 mükellefin üstüne çıkarak şehir yerleşmesi konumuna yükselmiştir. Bu dönemde meydana gelen şehirleşme hızının en önemli nedeni doğal nüfus artışı olmuştur.

Cerasi’ye göre, 1530-1580 yılları arasında bütün imparatorluk halkının nüfusu iki katına çıkmıştır. 11 milyon nüfusun 700 bini şehirlerde yaşıyordu. [Bu duruma göre, şehirleşme oranı %6,3 kadardı. Aynı dönemde İngiltere, Almanya ve Fransa’da şehirleşme oranının %2 olması Osmanlıda şehirleşme oranının yüksek olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Ancak şehirsel nüfusta bir toplanma olduğu görülmektedir. Çünkü şehirsel nüfusun % 71,4 kadarı İstanbul’da yaşıyordu. Böyle bir toplanma akla bugün daha çok gelişmekte olan ülkelerdeki şehirleşmenin en önemli özelliği olan “hâkim şehir” kavramını getirmektedir].

İstanbul
İstanbul

Avrupa’da İstanbul’dan sonra en büyük şehir Napoli olmuştur. Bursa ve Edirne’nin nüfusları sırasıyla 60 bin ve 30 bin idi. İzmir ve Selanik 18. Yüzyılda büyük merkezler haline geldi. İmparatorluğun güneyinde Arap bölgesinde Halep gibi (40 bin) başka büyük şehirler vardı. Anadolu Balkan bölgesindeki şehirlerin büyük bir bölümü, XVIII. Yüzyılın ortalarına kadar küçük kaldılar. Balkanlardaki şehirlerin yarısının nüfusu 20 binden azdı. 33 merkez, 8-10 bin arasında nüfusa sahipti.

XVII. yüzyıl başında Anadolu’da yaşanan Celali isyanları kırdan kaçışa neden olarak şehirleşmeyi olumlu yönde etkiledi. Sonraki yıllarda, iltizam sisteminin kırsal kesim halkından alınan vergileri artırması, şehirleşmeyi teşvik eden başka neden olmuştur.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir